Zorbalık Bir Sonuçtur: Şefkatli Sınıflar Üzerine Yeniden Düşünmek
- esin yılmaz
- 3 gün önce
- 3 dakikada okunur
18 Ekim 2025 – Sabancı Üniversitesi | Eğitim Reformu Girişimi 20. İyi Örnekler Konferansı
Eğitim Reformu Girişimi’nin 20. İyi Örnekler Konferansı, 18 Ekim 2025 tarihinde Sabancı Üniversitesi’nde gerçekleşti. Konferans kapsamında Ceren Suntekin tarafından yürütülen “Şefkatli Sınıflar” atölyesi, öğretmenlerin sınıf içi ilişkileri, okul iklimi ve çocuklarla etkileşim biçimlerine farklı bir perspektiften bakmalarını sağladı.Bu atölye, Ceren Suntekin’in yürüttüğü “Zorbalıkla Mücadelede Şefkatli Sınıflar” projesinin bir parçasıydı. Proje, CultureCIVIC Kültür Sanat Destek Programı kapsamında yürütülüyor ve çocuklarla çalışan yetişkinleri güçlendirmeyi, öğrencilere güvenli, kapsayıcı, şefkatli öğrenme ortamları sağlamayı hedefliyor. Programın ana ekseni, zorbalıkla mücadelede cezalandırıcı yaklaşımlar yerine onarıcı, farkındalık temelli pedagojik tutumları geliştirmek.
Zorbalık Bir Sonuçtur
Atölyede öne çıkan temel mesaj, zorbalığın bir davranış değil, bir sonuç olduğuydu. Bu sonuç, güç eşitsizliklerinin, toplumsal sessizliklerin, kültürel normların ve yetişkinlerin farkında olmadan kurduğu ilişkisel modellerin bir yansıması olarak ele alındı. Sunum boyunca, çocukların zorbalık davranışlarının çoğu zaman yetişkin dünyasındaki güç mücadelelerinin bir izdüşümü olduğuna dikkat çekildi. Bu bakış açısı, eğitimi yalnızca bilgi aktarımı değil, duygusal ve kültürel adaletin inşası olarak gören bir anlayışa yönlendiriyor.
Dört İlke Üzerinden Yeniden Okuma
Atölyede tartışılan dört temel çocuk hakkı ilkesi, öğretmenlik pratiğine yeniden ışık tuttu:1. Ayrımcılık yapmamak,2. Çocuğun yüksek yararını gözetmek,3. Gelişimini desteklemek,4. Katılım hakkını korumak.Bu ilkeler, zorbalığın önlenmesinde yalnızca davranışsal değil, etik ve yapısal bir çerçeve öneriyor. Özellikle “katılım hakkı” vurgusu, çocukların yalnızca dinlenen değil, duyulan ve kararlara dahil edilen özne olmaları gerektiğini hatırlatıyor.
“Sınıfta Kimler Var?” Sorusunun Derinliği
Atölyenin en etkileyici bölümlerinden biri, öğretmenleri “sınıfta kimler var?” sorusuyla yüzleştiren çalışmaydı. Bu basit görünen soru, aslında öğrencileri sadece akademik performansla değil, bütünsel kimlikleriyle tanımanın önemini ortaya koydu. Bir tanışma formu etkinliği üzerinden yapılan tartışmada şu farkındalık öne çıktı: Bir öğrencinin sessizliği, her zaman ilgisizlik değildir; bazen bir korunma biçimidir. Bu nedenle her öğretmenin, öğrencisinin sessizliğini “davranış” olarak değil, “bağlam” içinde okuması gerekir.
Güç, Kültür ve Görünmez Zorbalık
Ceren Suntekin, zorbalığın çoğu zaman yalnızca bireysel bir eylem gibi algılandığını, oysa arka planında kültürel güç ilişkilerinin bulunduğunu vurguladı. Bir toplumda güçlü sayılan şey — dil, soy, cinsiyet, fiziksel özellik ya da aile konumu — başka bir yerde dezavantaj oluşturabilir. Bu nedenle zorbalıkla mücadelede yalnızca öğrencinin davranışına değil, ortamın güç dinamiklerine bakmak gerekir. Savaş, yoksulluk, medya temsilleri ve cezasızlık kültürü gibi toplumsal unsurların da okul iklimine dolaylı biçimde etki ettiği belirtildi. Bu da eğitimin sadece akademik değil, sosyokültürel bir dönüşüm alanı olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Duygusal Adalet ve Öğretmenin Rolü
Atölyede en çok yankı uyandıran kavramlardan biri “duygusal adalet”ti. Bir öğretmenin farkında olmadan kurduğu mikro ayrıcalıklar — bir öğrenciyi daha çok övmek, başka birine az söz hakkı vermek — sınıfta görünmez bir güç dağılımı yaratabiliyor. “Favori öğrenciler” olgusu bu noktada, şefkatli sınıfların önündeki en insani ama en kritik engel olarak ele alındı. Gerçek eşitlik, herkese aynı davranmak değil; herkese adil yaklaşabilme becerisidir.
Mizah, Sınır ve Duygusal Güven
Zorbalığın en sık rastlanan biçimlerinden biri, “şaka” maskesi altında yapılan dışlama ve alay davranışlarıdır. Atölyede, mizahın eğitsel ortamlarda sınırlarının nasıl belirsizleştiği; “şaka” adı altında gerçekleştirilen sözlü şiddetin çocuklarda derin izler bıraktığı konuşuldu. Bu farkındalık, öğretmenlerin dili bir kontrol aracı değil, iyileştirici bir alan olarak kullanma gerekliliğini vurguladı.
Şefkatli Davranabilmek: Üç Katmanlı Bir Yetkinlik
Atölye, şefkati duygusal bir eğilimden çok, geliştirilebilir bir pedagojik yetkinlik olarak ele aldı. Sunulan modelde üç temel boyut öne çıktı:1. Kendi duygularını tanıma,2. Ötekinin duygularını fark etme,3. Kendine ve başkasına zarar vermeden destek olma.Bu model, öğretmenlerin sınıf yönetimini yalnızca disiplin üzerinden değil, duygusal okuryazarlık üzerinden düşünmeleri gerektiğini gösterdi.
Ne Olursa Şefkatli Bir Sınıf Oluşur?
Atölyenin sonunda şu soru soruldu: “Zorbalık bir sonuç, peki ne olursa sonunda şefkatli bir sınıf oluşur?” Katılımcıların ortak görüşü; şefkatli sınıfların yalnızca iyi niyetle değil, planlı bir kültür inşasıyla oluşabileceği yönündeydi. Bu kültürün temel bileşenleri:- Güven duygusunu önceleyen sınıf ortamları,- Çocukların fikirlerine alan açan öğretmenlik anlayışı,- Aidiyet hissini güçlendiren okul politikaları,- Ve yetişkinlerin kendi duygusal sınırlarını fark etme becerisi.
Sonuç
“Zorbalıkla Mücadelede Şefkatli Sınıflar” projesi, eğitimde şiddetle mücadelede cezalandırıcı değil, şefkat temelli bir dönüşüm yaklaşımı öneriyor. Ceren Suntekin’in yürüttüğü bu çalışma, yalnızca öğrencilerin değil, onlarla çalışan tüm yetişkinlerin güçlenmesine odaklanıyor. Eğitimde şefkat, duygusal bir lüks değil; öğrenmenin ön koşulu. Çünkü okul, sadece bilgi aktarımının değil, insan olmanın öğrenildiği yerdir. Ve o ortamda kimse mükemmel olmak zorunda değildir — ama herkes görülmeyi hak eder.




Yorumlar